Nurbanu Sultan (991/1583)

0
153

Asıl adının Cecilia olduğu, 1525-1530 yıllarında Para (Paros) adasında doğduğu, adanın Venedikli idarecisi Nicola Venier’le Baffo ailesinden Violante‘nin kızı olup 1537’de Barbaros Hayreddin Paşa’nın Adalar seferi sırasında esir alındığı ve cariye olarak saraya sunulduğu belirtilir.

Bu kimliği bazı araştırmalarda yanlışlıkla oğlu III. Murad’ın hasekisi Safiye Sultan’a atfedilir. Ancak onun Venedikli Venier ve Baffo ailelerine mensup olduğu, 1559 Ekiminde Şehzade Selim’in Venedik’e gizli bir diplomatik görevle gönderdiği Hasan Çavuş’un senatoda verdiği bilgilere dayalı olup başka bir kaynakla teyit edilmemektedir.

Kökeni hakkında bir diğer rivayette, Venedik idaresindeki Korfu adasının Assumati köyünden bir Grek ailenin kızı iken Ekim 1537’deki savaş sırasında yedi yaşında esir alındığı ve adının Kali olduğu bilgisi bulunur.

Sonradan ortaya atıldığı anlaşılan bu rivayetten başka yine onun Korfu’da Venedik’li zengin ve soylu bir aile olan Quartaniler’e mensup bulunduğu da belirtilir 1574’te S. Gerlach önce onun Korfu adasından esir alındığını sonra da Para adalı bir Rum olduğunu yazar. Bütün bu bilgiler onun gerçek kimliğini aydınlatmada yetersiz kalmaktadır.

Bazı Osmanlı kaynaklarında Yasef Nassi’nin kızı olarak görülür. Nassi Osmanlıya ilk faizi getiren kişi olarak bilinir. Hürrem Sultan tarafından kendisine Nurbanu yani ”Işık saçan Kraliçe” adı verildi. İlk adı Afife’dir.

Hürrem Sultan oğlu II.Selim’e yazdığı mektupta şöyle der:

”Sana gönderdiğim Nurbanu, gelmiş geçmiş cariyeler içinde güzellikte misline az rastlanır cilve eda da mümtaz, naz ve niyaz da serefraz bir afettir.”

Güzelliği ve olağan üstün zekasıyla sarayda ön plana çıktığı anlaşılan Nurbanu, 950’de (1543) Şehzade Selim’in İstanbul’dan Konya’ya sancak beyi olarak gidişi sırasında muhtemelen onun hareminde yer aldı ve bir süre sonra burada şehzadenin ilk çocuğu olan kızı doğdu. 953’te (1546) Selim’in şehzade sıfatıyla Manisa’da bulunduğu sırada tahtın varisi olan Murad’ı dünyaya getirdi.

Ayrıca Şah, Gevherhan ve İsmihan adında üç kız çocuğu daha oldu. Selim’in, kardeşi Bayezid ile giriştiği mücadele de Venedikli kimliğini öne çıkararak Şehzade Selim’in desteklenmesi yolunda Venedikliler’le irtibat kurdu. 974’te (1566) II. Selim’in tahta çıkması üzerine taht varisi Sultan Murad’ın (III) validesi sıfatıyla haremin başı oldu.

II. Selim ile Nurbanu, resmi olarak evlenmemişler, ama tam bir tek eşlilik sürmüşler. Nurbanu Sultanın ilk üç çocuğunun kız olmasına rağmen Selim başka bir cariye almamış. Selimin başka bir cariye ile ilişkiside bilinmiyor. Zaten Osmanlı tarihinde kadınlarla en az ilişkisi bilinen padişahtır II. Selim Anneleri bilinmemekle beraber başka çocukları da olmuş. Nurbanu ile evlilik yok ama süreklilik var.

II. Selim 21 Aralık 1574 tarihinde ölünce yerine Nurbanu Sultan’ın oğlu Murat tahta çıktı ve Nurbanu Sultan Valide-i Atik Sultan unvanını aldı. Bu unvan ilk ve en büyük valideyi kasteder. Bir kısım tarihçiye göre ilk Valide Sultan unvanını Nurbanu Sultan almıştır.

Oğlunun 982’de (1574) cülüsundan sonra saraydaki konumu daha da güçlendi ve valide sultan olarak anıldı.

III. Murad’a izafeten belgelerde ”validetim sultan, valide sultan, atik valide sultan” şeklinde zikredilmeye başlandı. Onun döneminde harem etkili bir kurum haline geldi. Kendisi haremde önemli bir rol oynadı, hanedanın korunması, haremin günlük işleyişinde ve hayatında büyük ölçüde söz sahibi oldu.

Nurbanu’nun harem üzerindeki etkisinde oğlu III. Murad’ın ona büyük saygı göstermesi de rol oynadı. Böylece valide sultanlık yüksek bir statüye ulaştı ve hanedanın önemli ve güçlü bir mevkii haline geldi. Nurbanu’nun hem hanedan üyeleri hem üst düzey görevlileri arasında yüksek meblağlara ulaşan harçlığı bu gücünün bir göstergesi sayılır.

Valide Sultan olarak kendisine günlük 2000 akçe tahsis edilmişti. Nurbanu Sultan’ın Venedikliler ile yakın siyasi diplomatik teması hakkında elçi raporlarında geniş bilgi bulunur.

1583’te Venedik senatosu yararlı hizmetlerinden dolayı kendisine 2000 Venedik altını değerinde hediye yollamayı kabul etmişti.

Bir başka rapora göre Girit’e yönelik muhtemel Osmanlı saldırısını önlemiş ve Venedik’e savaş açılmaması konusunda Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa’yı uyarmıştı (Peirce, s. 296-297). Ayrıca onun Fransa ana kraliçesi Catharine de Medicis ile yazıştığı da bilinmektedir. Bu yazışmalarda Fransa sarayı ile Osmanlı sarayı arasında ki iyi ilişkilerin geliştirilmesi, ticari anlaşmaların yenilenmesi gibi konular yer almaktaydı.

Nurbanu Sultan‘ın kendi şahsi işleri için yahudi asıllı Kira Ester Handali’yi kullandığı, Nakşa Dükü Joseph Nassi ile de mali ilişki içinde bulunduğu anlaşılmaktadır.

Belki bu ilişki ağı dolayısıyla daha döneminde Yahudi asıllı olduğu söylentisi yayılmıştır. Onun yakın adamları arsında Babüssaade Ağası Gazanfer Ağa, musahib Şemsi Paşa, Manisa’dan beri yanında olan haremin güçlü simaları Canfeda Hatun ve Haziye Kadın başta gelir.

Nurbanu Sultan, Yenikapı’daki sarayında (Bahçe sarayı) 22 Zilkade 991’de (7 Aralık 1583) vefat etti. Cenazealayında oğlu III. Murad bizzat hazır bulundu; cenazesini matem elbisesiyle Fatih Camii’ne kadar takip ederek namazını kıldı. Cenazesi Ayasofya’da II. Selim’in türbesine defnedilen Nurbanu Sultan İstanbul’da Mercan’da, Alemdağ’da ve Langa’da yaptırdığı cami, mescid, imaret ve hamam gibi eserlerin yanında özellikle Üsküdar’da inşa ettirdiği Atik Valide Sultan Camii ve Külliyesi ile tanınmaktadır.

Onun bu külliye içindeki kütüphanesi Osmanlılar’da ilk defa bir kadın tarafından kurulan kütüphane özelliği taşır.

Bu cami ve külliyenin inşası sırasında ihtiyaç duyulantaş İznik ve Gelibolu gibi İstanbul’a yakın yerlerden, tahta Sapanca ile İznik’ten temin edilmişti. Cami ve külliyeye gelir sağlamak üzere Sivas’ın güney kısmında geniş bir bölgeyi içine alan Yeniil kazasının vergi gelirleri vakfedilmişti.

Bunun için önce Yeniil kazası valide sultana temlik edilmiş, o da bu yeri Üsküdar’daki cami ve külliyesine vakfetmişti. Yeniil kazası ahalisinin önemli bir kısmını konar göçer Türkmenler’in teşkil etmesi kazanın ”Türkman-ı Yeniil” adıyla anılmasına sebep olmuştur. Kazanın vergi gelirinin valide sultanın Üsküdar’daki cami ve külliyesine vakfedilmesi belgelerde buradaki Türkmenler’in zaman zaman Üsküdar Türkmenleri adıyla zikredilmesine yol açmıştır.